BAYRAK ŞAİRİMİZ ARİF NİHAT ASYA

Şaban ÖZÜDOĞRU

 Vücudumuzda birçok organımız birbirleriyle uyum içinde çalıştıkları sürece onların farkında bile olmayız. Ne var ki içlerinden biri hastalanıverince bütün dikkatimiz oraya yönelir. Diş ağrısı çekmiş olanlar veya onlardan birini kaybedenler daha önce hiç farkına varmadıkları bu minicik parçaların önemini bütün varlıklarında duyarlar.
İşte bazı hisler de böyledir. Vatan sevgisi vatan tehlikede değilken ne kadar derinden hissedilebilir? Gurbet ve sıla sözleri hiç gurbete çıkmamış insanı ne kadar etkileyebilir? Bir yakınını şehit verip de mezarı başında gözyaşı döken biri ile şehit haberlerini gazeteden okuyan biri aynı hisleri taşıyor olabilir mi? Kaç kulak günde beş vakit okunan ezanın farkındadır? Oysa Müslüman olmayan bir ülkede yaşamak zorunda kalanlar -kültürel yapıları ne olursa olsun- çanlar çaldığında garip bir hüzne kapıldıklarını söylerler.
Bugün edebiyat dünyasına baktığımızda; kahramanlık, vatan- millet, maneviyat... gibi konuların fazlaca yazılmadığını ve dolayısı ile okunmadığını görüyoruz. Hatta bu türden eserlerin bazı yayınlarda “hamaset edebiyatı” nitelemesiyle hafife alındığını ve küçümsendiğini biliyoruz.
Bu durum, belki de seksen yılı aşkın bir süredir ciddî bir savaş görmemiş milletimizin aydınlarının içinde bulundukları durumun rehavetinden kaynaklanıyor. Elbette savaş ve karmaşa hiç kimsenin arzu edebileceği bir durum değildir.
Mehmet Akif'in dediği gibi “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.” Fakat şunu unutmamalıyız ki bazı hisler savaş zamanında da barış zamanında da zinde tutulmalıdır. Vatan ve bayrak sevgisi bu hislerin başında gelir. Vatan bir anlamda varlık sebebimizdir. Hatta varlığımızın kaynağıdır. Bayrak ise bağımsızlığımızın sembolüdür.

Arif Nihat Asya, bu hisleri en derinden hisseden ve hissettiklerini de şiirlerinde başarı ile yansıtmasını bilen bir şairdir. Şiir kitabına da adını veren Bayrak şiiri şaire, hem haklı bir şöhret kazandırmış hem de “bayrak şairi” olarak anılmasını sağlamıştır. Arif Nihat Asya elbette birçok güzel şiirler yazmıştır. Ancak “Bayrak” şiiri hem şekle ait unsurların kullanımında hem de muhtevada şairin sanatını en iyi yansıttığı şiirlerinden biridir.
Samimiyet, lirizm, millî kültüre bakış ve yorumlayış; daha da önemlisi bayrağa seslenme, onunla konuşma, dertleşme gibi birçok bakımlardan İstiklâl Marşımızın ruhuyla da benzeşen Bayrak şiirini anlamaya çalışalım:
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü...
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver!
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay-yıldızın ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün
Gölgene sığındık.

Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı...
Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;
Yeryüzünde yer beğen:
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
ARİF NİHAT ASYA
Şiirin ilk mısraı bayrağa sesleniş bakımından İstiklâl Marşı'nın ikinci kıtası ile benzerlik göstermektedir: “ Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl ” Şiirde bayrak kişileştirilerek “sen” diye seslenilen sevilen (sevgili) bir varlık olarak düşünülmüştür. Seven ise “ben” yani şairin kendisidir. Bu şiir bütünü ile şair ile bayrak (ben- sen) arasındaki derin bağlılık ve sevgi üzerine kurulmuştur.
Mısra başlarında aralıklı olarak kullanılan; “ sana, seni, senin” kelimeleri anlamın yanı sıra şiirin ahengi bakımından da önemlidir. Kulak, aynı kelimelerin kısa aralıklarla tekrar edilişinden doğan ahengi kuvvetle hissetmektedir. “s” sesi ile başlayan “ senin, seni, sabah, savaş, söyle” kelimeleri eski Türk şiirinde kullanılan mısra başı kafiyelerini hatırlatır. “ben” kelimesi ise mısra sonlarında çekimli fiillerin sonunda veya aitlik eki göreviyle yer almaktadır: “ Bayrağım, yazacağım, kazacağım, bozacağım, çiçeğim, doğdum, öleceğim, her şeyim, dikeyim”. Aralıklı olarak kullanılan bu kelimeler aralarında yarım ve tam kafiye olurlar.
Şiir serbest vezinde yazılmıştır. Bu serbestlik şiirin hem kafiye düzeni için geçerlidir hem de vezni için. Mısraların uzunlukları ve hece sayıları klasik halk şiirinde olduğu gibi aynı ölçüde değildir. Birinci parçanın mısralarının hece sayıları şöyledir: 13, 17, 11 ,19. Üçüncü mısra 4+4+3'lü koşma düzenine uyuyor. Dördüncü mısra 9+10 hecelidir. Veznin hece düzeninde böyle kademeli kullanımı, bayrağın dalgalanışını ifadeye yardımcı olması bakımından anlamlıdır.

Şiire muhteva ve üslup bakımından bayrağın uyandırdığı hayaller ve çağrışımlar hâkimdir. Bayrak şiir boyunca değişik varlıklara benzetilmiştir. Bayrak: “mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü; kız kardeşimin gelinliği; barışın güvercini; savaşın kartalı; yüksek yerlerde açan çiçek” tir. Bu hayaller tesadüfi değil, şiire hâkim olan “güzelleştirme” ve “yüceltme” duygularına bağlıdır.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün
Gölgene sığındık.

İnsanlar, sosyal inançları sayesinde her türlü zorluğa katlanırlar. İman bizi dış âleme karşı korur. Bu, idealist bir hayat görüşünün ifadesidir. Bütün şiire bir destan havası, yiğitlik duygusu, meydan okuma hissi hâkimdir. (Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2, Dergâh Yayınları, İst, 1975)
Yukarıdaki mısralarda, geniş coğrafyalarda savaşmış milletimizin tarihine de telmihler vardır. Karlı bir kış gününde vatanımızı Ruslara karşı savunan yetmiş beş bin vatan evladı Sarıkamış'ta bayrağın temsil ettiği bağımsızlık uğruna donarak şehit olmuştur. Askerlerimiz, bayrağın kırmızı renginden başka hiçbir sıcaklığın bulunmadığı karların altında ellerinde bayraklarla şehit olmuşlardır. İmparatorluğun dağılma evresinde milletimiz “çöllerde” de mücadele etmiştir. Trablusgarp'ta, Yemen'de, gidilip de dönülmeyen vatan topraklarında, bayrağın gölgesinde şehit olan kahramanlarımız vardır. Çanakkale'de göğsünü kurşunlara siper etmiş iki yüz elli bin şehidimiz vardır.
Elbette bu vatan için ölmeyi göze alan kahramanlarımız var oldukça onların mücadelesini bizlere hatırlatan şairlerimiz ve ediplerimiz de olacaktır. Ne ki, “İnsan nisyan ile malûldür.” Yani insan hafızası geçmişi unutur. Milletin hafızası olmayı hedeflemiş bir sanatkâr için bu milletin fertlerine ancak minnettar olmak düşer. Bu münasebetle, 5 Ocak 1975'te kaybettiğimiz Arif Nihat Asya'yı muhabbetle ve minnetle anıyoruz.

Yorumlar